top of page

‘İTÜ Talebe Birliği’ Liderleri Anlatıyor


İTÜ Vakfı'nda buluşan (1998) Talebe Birliği Başkanları (Soldan sağa): Kemal Özelçi, Yılmaz Işıkçı, Mükerrem Taşçıoğlu, Mehmet Halazaoğlu, İdris Yamantürk, Attila Yalçın ve Yılmaz Tabanlı.

 “1940'lı yıllarda kurulan, 1972 yılına kadar varlığını sürdüren İTÜ Talebe Birliği'ni daha yakından tanımak için çeşitli yıllar bu örgütte başkanlık yapmış 7 ‘lider’ini, İTÜ Vakfı Dergisi’nin Temmuz 1998’de yayımlanan ‘İTÜ’nün Yakın Geçmişi’  kapak konulu 26. sayısı için bir araya getirmiştik. Amacımız, İstanbul Teknik Üniversitesi'nde ‘Talebe Birliği’ başkanlığı yapmış mezunlardan hayatta olanların tümünü bir araya getirmekti. Ancak bunlardan Mükerrem Taşçıoğlu, İdris Yamantürk, Yılmaz Tabanlı, Kemal Özelçi, Yılmaz Işıkçı ve Attila Yalçın'la buluşabilmiştik. Hasan Yalçın ise görüşlerini bir yazı ile aktarmıştı. İTÜ'nün dünü-bugünü ve geleceği üzerine tartışmak, okul anılarını tazelemek, halen öğrenci olanlara ‘abilerinin’ vaktiyle ne gibi sorunlarla mücadele ettiklerini göstermek amacıyla gerçekleştirdiğimiz bu uzun söyleşiyi; her kuşaktan İTÜ mensubu, mezunu ve öğrencisinin yararlanacağını düşünerek yayımlamıştık."



Mükerrem Taşçıoğlu

“Talebe Birliği'nin ilk seçilmiş başkanıydım”  

      

Mükerrem Taşçıoğlu (Talebe Birliği’nin ilk seçilmiş başkanı):

Biz 1944'te Mühendis Mektebi'ne girdik. O yıllarda talebe cemiyeti veya birliği gibi şeyler henüz yoktu. Hatırlıyorum, Mühendis Mektebi'nin üniversite oluşu nedeniyle Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel'in katıldığı bir kutlama yapılmıştı. 


Önceki dönemde mektebin bir müdürü vardı, yanında da bir muavin öğrenci bulunurdu. Bugün bizim anladığımız şekilde bir dernek söz konusu değildi. Zannediyorum bu husus 1948'e kadar sürdü. Daha sonra dernekler kanununa göre kurulmuş talebe cemiyetleri oluştu. Her fakültenin bir cemiyeti vardı ve bu cemiyetler talebe birliğini oluşturuyordu. Ben, cemiyetler kanununa göre kurulmuş olan Talebe Birliği'nin ilk seçilmiş başkanıydım.    

    

Ben Talebe Birliği Başkanı olunca İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği ve Ankara Üniversitesi Talebe Birliği ile birlikte kurmuş olduğumuz Türkiye Milli Talebe Federasyonu'nun ilk başkanlığına benden önceki müteşebbis Başkan Talha Ermiş'i önerdik. Aynı paralelde İstanbul Üniversitesi'nin Talebe Birliği başkanları önce Rüknettin Tüzün sonra da Orhan Arıman oldular. Daha sonra bize ‘Dünya Gençlik Birliği’nden davet geldi. Bunun üzerine Ankara Üniversitesi'nden bir arkadaşımız, Orhan Arıman ve ben kalktık Brüksel' deki Dünya Gençlik Birliği'nin kuruluş toplantısına gittik. Orada bize, "Buraya bir ülkenin bütün gençliğini temsil eden bir teşkilat gelebilir" dediler. Böyle bir teşkilatın üç ayrı gençlik hareketini bünyesinde bulundurması gerekiyordu. Bizde ise böyle bir kuruluş yok, sadece Talebe Birliği vardı. O zaman Tekstil Sendikası Başkanı rahmetli Bahir Bey vardı, onu zorladık, “Bir şeyler yap” dedik. O da teşkilatın gençlik kısmını kurdu ve Sabri Tığlı ile işçi gençliğini temsilen teşkilata katıldılar. Tabii üçüncüyü de bulmak gerek, Ankara'da Maarif Bakanlığı’na bağlı İzci Gençlik Grubu var, onları da aldık. Böylece ikinci toplantıya tam onların istediği gibi üç gençlik örgütünü bünyesinde bulunduran bir teşkilat olarak gidildi. Bu arada Avrupa Birliği fikrini Avrupa gençliğine yaymak amacıyla Avrupa Konseyi’nin ve onun ileri gelenlerinden ve ilk başkanlarından Belçikalı Spak'ın bir kuruluşu vardı. ‘Gençliğin Avrupa Kampanyası’ diye adlandırılan bu kuruluşun Türkiye Milli Komitesi'ni de arkadaşlarımız burada kurdular. Geçen günlerde toprağa verdiğimiz Esin Talu Çelikkan ve Ali İhsan Çelikkan arkadaşlarımız kurucular arasındaydılar.


1950 yılında Dünya Gençlik Asamblesi'nin Genel Kurul toplantısını İstanbul' da Yıldız Sarayı'nda düzenledik. Çok parlak çok güzel bir toplantı oldu. Zamanla çok partili devreye girişimiz var. Bu önemli bir yıldır. 1946' da fikirleri yeşeren Demokrat Parti 1950'de iktidar oldu. Derken biz de, rektörlüğe karşı dedik ki bu yıl okul açılırken biz de törende konuşma yapacağız. Ve bu hakkı elde ettik, törende konuşma yaptık. Buna, bizim ilk isyan hareketimiz denilebilir.


İdris Yamantürk

“Politikaya biraz ters ve sert çıktık, tavır koyduk”  

      

İdris Yamantürk:

Bugün burada söyleyeceğimiz şeyler 50 yıl öncesinin sisi içindeki kayıtlar olacak. Biz Talha'yı yönetimden indirdiğimizde oyumuz Taşçıoğlu içindi. Taşçıoğlu'nu indirdik, oyumuz Galip içindi. Galip'i indirdik, bu defa dediler ki, "Sen çok oldun, haydi nöbete, bu iş ille de olacak". Peki, dedik. 


Bizim yönetimimiz, üniversitede kavgasız bir yönetimi hedef aldı. Nedir bu? Bir defa politikadan çok uzak   olmak istedik. Politikaya biraz ters ve sert çıktık. Ve tavır koyduk. Galip'i indiren grubun içinde ben de vardım ama Galip en iyi dostlarımdan biridir. 


Ben Elektrik Fakültesi mezunuyum. Mezun olduktan sonra hemen hemen hiç elektrik mühendisliği yapmadım diyebilirim. Bir çizgi tutturdum ve o çizgide gidiyorum.


Talebe Birliği hareketinden gelen bir hevesle ilkin politika ile uğraşmayı düşündüm. İmkânlarım da vardı, fakat ailem karşı çıktı. Ben de politikayı bir çizgi ile çizdim ve kendi kendime “Başka hizmet sahaları var” diye düşündüm.


Talebe Birliği Başkanı olduğum devrede yönetim kurulunda Mehmet Turgut ve Recai Kutan da vardı. Çok değerli insanlardır. Recai Kutan ile birlikte bir gün Rauf Orbay'a gittik. O zaman biz, önceden insanlara telefon edilip randevu alındığını da bilmiyoruz. Gittik, bizi heybetli bir adam karşılayıp "Buyrun çocuklar" dedi. Ona Teknik Üniversite Talebe Birliği’nden geldiğimizi ve bir gün gelip üniversitede bir konuşma yapmasını teklif ettik. "Ben gelip orada ne söyleyeceğim?" dedi, dışarıya çıktık, o da bizimle birlikte sahanlığa kadar geldi. Orada bir ayakkabıcı ayakkabı boyuyordu. Ben eğilip Orbay'ın elini öpmek istedim; "Delikanlı, hiç kimsenin eli öpülmeye değmez" dedi. "Ama, siz Hamidiye kahramanısınız, bizim size bir şükran borcumuz var, bunu ödemek istiyorum" dedim. "İş değişti delikanlı. Ben bir bahriye zabitiydim. Eğer bahriye zabitliğinin dışında bir meslek seçseydim şu gördüğünüz ayakkabı boyacısı kadar başarılı bir boyacı dahi olamazdım. Ama millet beni başvekil yaptı, eğer biri diğerine borçlu ise ben bu millete borçluyum" dedi.


“Benim esas merak ettiğim şey, genç insanın ne düşündüğüdür. Bu genç insanlar Türkiye'nin yarını için ne düşünüyorlar? Türkiye'ye ne vermeye hazırlanıyorlar? Çünkü Türkiye'nin yarını genç insanların koyacağı tavra bağlıdır. ”


İçimde bir hüzün var. Ben 60'lı 70'li yıllarda Gümüşsuyu'na geldim arkadaşlarımı görmeye. Gümüşsuyu'na gelip de "Buraya girebilecek miyim" dediğim binaya afişler asılmış, yazılar yazılmış, resimler konmuş, bir felaket duvarı. Benim sınıfımdan üniversitede çok sayıda öğretim üyesi var. Kemal Sarıoğlu, Hasan Fehmi Yazıcı ve daha birçokları. O duvarları görünce bir daha uzun süre Teknik Üniversite'ye uğramadım. Sonradan beni İTÜ Vakfı'na çağırdılar. Bir-iki dönem Danışma ve Seçim Kurulu'nda çalıştım.





Yılmaz Tabanlı

“Üniversitenin yemekhaneleri bizde, kantin bizde, sigortalı işçimiz var, aşçılar çalışıyor, memurlarımız var”  

      

Yılmaz Tabanlı:

Ben, Teknik Üniversite’de Talebe Birliği sistemi içinde ilk defa sandık usulü ile seçilen başkan oldum. O zaman rakibim de rahmetli Bingöl Alpman'dı. Seçildim ve göreve başladım. Ve de en uzun süre başkanlık yapan kişi oldum. Normal görev süresi 1 yıldır. ‘6-7 Eylül Olayları’ nedeniyle Talebe Birliği 3 ay kapatıldı. Dolayısıyla bütün seçimler 3 ay ertelendi. Bu nedenle ben 12 ay yerine 15 ay başkanlık yaptım. Başkan olduğum dönemde, ağabeylerimizden devraldığımız bütün sistemleri birer kademe daha geçtik. 1953'te Spor Kulübü kuruldu. Biz 1954'te cemiyetlerin spor kollarını kaldırdık, Talebe Birliği Spor Kolu'nu da kaldırdık, “Hepsini spor kulübü yapacağız” dedik. Bize kiralanmış olan spor salonunu da kulübe devrettik. Teknik Üniversite Spor Kulübü federe olmuştu ve o gün bugündür İTÜ'nün Spor Kulübü varlığını sürdürmektedir. Bütün dernekler, cemiyetler zaman içinde kapandı ama spor kulübü hâlâ İTÜ adıyla yaşıyor. Ardından Sanat Kulübü’nü kurduk. Bütün talebe cemiyetlerinin müzik kültür kollarını kaldırttık. O devre kadar Teknik Üniversite'nin konferans salonu dediğimiz yer bir kültür merkezi olmuştu. Her hafta çok sayıda etkinlik düzenleniyordu. Ama bu sırada problem çıkıyordu. Bir sanatçıya bir gün inşaatçılar gidiyor: "Bize bir konser verir misiniz?” Ertesi gün mimarlar gidiyor, sanatçı da şaşırıyor. Biz bu kargaşayı düzene soktuk. Böylece çok büyük kültür-sanat faaliyetleri gerçekleştirdik. 


Rektör rahmetli Hulki Erem beni çağırdı, "Açılış şu gün, konuşmanı hazırla" dedi. Dedim ki, "Efendim, sıkıyönetim bizi her türlü faaliyetten menetti". "Yok" dedi, "Ben ananeyi bozdurmam, üniversite talebeleri adına bir talebe konuşacak, Hukuk Müşaviri’ne sordum, sen çıkar konuşursun" dedi. "Peki" dedim. Biz açılışa gittik, konuşma sıramız anons edildi. Vali, sıkıyönetim komutanları, bakanlar konuklar arasında.                

                             

Bu arada yeni çıkan yönetmelik sayesinde okuldan çıkarılan ağabeylerimiz geri döndüler. Biz bütün bu gürültü patırtının içinde Taksim abidesine protesto için çelenk bile koyduk. Biz boykot yapmadık, kavga etmedik, idareyle barışık olduk. Ama başka bir kavga verdik. Danıştay'da dava devam ediyor. O yüzden üniversite ile takışmamaya çalışıyoruz. Bütün bunların arasında derken ‘6-7 Eylül Olayları’ oldu. Resmen kapatıldık. Faaliyetler durduruldu. Fakat, üniversitenin yemekhaneleri bizde, kantin bizde, sigortalı işçimiz var, aşçılar çalışıyor, memurlarımız var, maaş ödememiz lazım. Sıkıyönetim Birinci Ordu Komutanı Org. Nurettin Aknoz'a çıktık. Kendisine gayet sakin, durumumuzu anlattık. Bizi dinledi, dinledi "Bitti mi?" dedi. "Bitti" dedik. "Siz tüccar mısınız, sanayici misiniz, öğrenci misiniz? Bunlarla sizin ne işiniz var?" diyerek çıkıştı. Ancak biz de "Eşyamız vardı, onları alacaktık, bunu verecektik" diye Talebe Birliği'nin kapılarını açtırdık. Hepsini İTÜ'nün Kızılay Kolu’na devrettik. O arada da üniversitenin açılış tarihi geldi. Mükerrem Abi’den başlayan açılış töreninde konuşma hakkımız var. Ama Talebe Birliği yok, yasaklı. Rektör rahmetli Hulki Erem beni çağırdı, "Açılış şu gün, konuşmanı hazırla" dedi. Dedim ki, "Efendim, sıkıyönetim bizi her türlü faaliyetten menetti." "Yok" dedi, "Ben ananeyi bozdurmam, üniversite talebeleri adına bir talebe konuşacak, hukuk müşavirine sordum, sen çıkar konuşursun" dedi. "Peki" dedim. Biz açılışa gittik, konuşma sıramız anons edildi. Vali, sıkıyönetim komutanları ve bakanlar konuklar arasında. Ben daha çıkmadan öğrenciler "Ya ya ya, şa şa şa, bizim başkan çok yaşa" diye tezahürata başladılar. Ben daha fazla tezahürat olmasın diye koşarak gidip mikrofonu aldım. İdare ile iyi ilişkiler içinde olmamız nedeniyle yasaklı dönemde bile bize konuşma hakkı verilmesi önemli bir şeydi. O güveni bizden evvelki ağabeylerimiz sağlamışlardı. Bu güveni sarsmamamız gerekiyordu. Teknik Üniversite Talebe Birliği sıradan bir talebe birliği değildi. Cipimiz vardı, memurumuz vardı, paramız vardı, gücümüz vardı.


Mükerrem Taşçıoğlu:

"İstanbul Festivali"nde Türkiye Milli Talebe Federasyonu'nun katkıları vardır. İlk televizyon da bizim arkadaşlarımız tarafından geliştirilmiştir. Yehudi Menuhin, Arın Karamürsel, Ayla Erduran ilk kez İTÜ' de konser verdiler. Kapalı Spor Salonu Gümüşsuyu Talebe Yurdu'nun yanında idi. Buranın yönetimini de bize vermişlerdi. Bütün basket maçları bizde yapılırdı. Ücreti de bize ödenirdi.


Türkiye' de ilk turizm hareketi, turizm seyahat acenteliği Talebe Birliği tarafından başlatılmıştır. 

Ben hatırlıyorum, bir öğrenci arkadaşımız Silvio Mutal yöneticiliğinde kurulan turizm bürosu ülkemizi tanıtmak amacıyla çok sayıda yabancı grubu ülkemize getirmiş, Türkiye' den talebeler için de yurtdışına geziler düzenlemişti.


Mehmet Halazaoğlu

“İdareyle asıl kavgayı ben yaptım”  

 Mehmet Halazaoğlu:

Arkadaşlarımız hep "İdareyle barışıktık" dediler. İdareyle asıl kavgayı ben yaptım. O zamanlar yönetmeliğe göre ikinci sınıfta bir baraj vardı. İkinci sınıf bitecek, ondan sonra üçüncü sınıfa başlayacaksınız. Biraz araştırdım, büyük bir kitle bu durumdan mağdur. Yaklaşık iki bin kişiden 450'si mağdur. Bir araya toplandık çözüm için toplantılar yaptık ve bir çözüm yolu aradık. Danıştay'a müracaat etmemiz gerektiğini söylediler. Avukat Ekrem Amaç'la anlaştık ve Danıştay'a müracaat ettik. Bu sırada dekanımız beni gördüğü zaman arkasını çeviriyordu, adeta düşman olduk. İki ay geçmişti ki durdurma kararı geldi. Sonunda da Danıştay'dan öyle bir karar çıktı ki, yönetmeliğin değiştirilmesi, yeni yönetmelik yapılması zorunlu hale geldi. Talebe Birliği başkanlığı yaptığım dönemde, radyo 15 günde bir programlar yapıyordu. O arada Radyoevi salonu kapatılmak üzereydi. Bunun üzerine radyo müdürüne gittim ve "İstanbul'un en güzel salonu bize ait, bu salonda konserler düzenlemek ister misiniz" dedim. Memnuniyetle kabul etti. "Ama rektör kabul eder mi?" dedi. Hemen Rektör Cıvaoğlu’na gittim, durumu anlattım; bunun üniversitemiz için bir tanıtım olacağını belirttim. Rektör, teklifi kabul etti ve salonumuzda radyo programları yapılmaya başlandı. Bu işten Talebe Birliği olarak sağladığımız gelirle çok sayıda talebeye yardımda bulunduk. Yine o aralar bir gün rektörümüz beni yanına çağırdı ve "Sen uyuyorsun" dedi. "Neden?" dediğimde, "İstanbul Üniversitesi'ne Kızılay şube açmış, biz neden açmıyoruz?" dedi. "Açarız" dedim ve hemen Ankara'ya gittik. İşlemleri tamamlayıp, üniversitemize biz de Kızılay'ı getirdik. Böylece Kızılay'dan da yardım almaya başladık. Büyük paralar elde ettik ve yine çok sayıda talebe bu yardımlardan istifade etti. 


Yönetmeliğe göre 2. sınıfta bir baraj vardı 2.sınıf bitecek, ondan sonra 3. sınıfa başlayacaksınız. Biraz araştırdım,  yaklaşık 2 bin kişiden 450'si mağdur. Bir araya toplandık bir çözüm yolu aradık. Avukat Ekrem Amaç'la anlaştık ve Danıştay'a müracaat ettik.  Sonunda da Danıştay'dan öyle bir karar çıktı ki, yeni yönetmelik yapılması, zorunlu hale geldi.

Mükerrem Taşçıoğlu: Bizim dönemimizde Beyazıt'ta bugün ismi Beyaz Saray olan bir bina vardı. Onun altında yer alan salon (Marmara Lokali) o zaman üniversite gençliğinin -bizim de dahil olduğumuz- manifestolarına sahne olmuş bir yerdi. Orada çay-kahve gibi şeyler satılıp gelir sağlanıyordu. Biz o devre “Nelerden, nasıl gelir elde ederiz” diye düşünüyor ve kıvranıyoruz. Teknik Üniversite Talebe Birliği olarak bir lokal açıp oradan gelir sağlamak istiyorduk. Aklımıza talebelerimiz arasında olan Ömer İnönü geldi. Onu araya sokup babasından bir şeyler kapalım dedik. Bu ricamızı ilettik, o da bizi kırmadı, babasından bir randevu aldı. İnönü, Dolmabahçe'de ayaküstü bizi kabul etti. Derdimizi anlattık. "Nereyi düşünüyorsunuz?" dedi. Spor Sergi Sarayı civarında bir-iki kez sergi açılan bir yer vardı, şimdi tiyatro olarak kullanılıyor. Burayı istediğimizi söyledik, "Gelin beni Ankara'da görün" dedi. Kalktık Ankara'ya gittik. Genel sekreter, "İşletmeler Bakanlığı’na gideceksiniz, çünkü oranın sahibi Sümerbank" dedi. Oradan Sümerbank Genel Müdürü'ne gittik. O bize "Bu zor bir iş, kanuna uyması lazım, siz bu işin altından kalkamazsınız, bu işten ne kadar gelir bekliyorsunuz" dedi. Hemen orada hesaplar yaptı, "Azami 40 bin lira gelir sağlarsınız" dedi. Ve hemen bize 40 bin lira verdi. Ben hemen parayı aldım, o parayla iyi işler yaptık. Bu büyük bir şanstı, sonrakilere nasip olmadı.


 Yılmaz Işıkçı

“Rektörlükle Talebe Birliği iki müessese gibi dayanışma içerisinde çalışan kurumlardı”  

 Yılmaz Işıkçı:

Ben, Teknik Üniversite’ye girdikten 4-5 ay sonra yönetmelik değişti. Yılmaz Tabanlı'nın başkanlığı dönemiydi. Yönetmeliğe karşı ilk dava açılmaya başlandı. Biz de birinci sınıfta okuyoruz. Yılmaz teker teker sınıfları dolaşıp, "Yönetmeliğe dava açtık, siz de katılın, çünkü size de tatbik edilecek, burada sizin de hakkınız var" diyordu. Ben eski dernekçilerden olduğum için o hevesle birinci sınıf Makina Fakültesi'ni temsilen devreye girdim. Bu şekilde başlayan talebe teşekküllerinde çalışma hevesi, önce Mehmet Halazaoğlu döneminde genel sekreterlik ve daha sonra başkan olarak devam etti. Biz Talebe Birliği Başkanlığı döneminde şanslıydık. Bizim dönemimizde herkes İdris Ağabey'den ve Kadir Örencik'ten bahsediyordu. Bu kişilerin zamanlarının büyük bölümünü talebe birliğine verdiklerini, çok iyi çalıştıklarını söylüyorlardı. Biz onlardan müesseseleşmiş bir talebe birliği devralma şansına sahip olduk. Bu mücadelemizden dolayı zaman zaman rektör ve dekanlar bize kızarlardı ama yine de üniversitenin menfaatleri için birlikte çalışırdık. İstediğimiz zaman rektörün yanına çıkar, istediğimiz konuları görüşürdük. Veya onlar bizi çağırır, “Böyle bir konumuz var, bunu halledin” derlerdi.


Öğrencilere verilen yemek yardımının azlığı nedeniyle de talebe birliği devreye girdi. Söylemek istediğim, rektörlükle talebe birliği iki müessese gibi dayanışma içerisinde çalışan kurumlar halindeydi. Benim talebe birliği başkanlığım zamanında rektör rahmetli Mustafa İnan'dı. Çok mümtaz bir insandı, çok iyi bir hocaydı fakat talebe birliklerini pek sevmezdi. O sırada yeni rektör olmuştu. Bir iş konusunu konuşmak için yanına gittim. Rahmetli, daha beni dinlemeden döndü, "Yahu, bu talebe birlikleri nedir?" dedi. "Siz yönetmeliğin püf noktalarından istifade ederek mezun olmaya çalışan insanlarsınız, ben ne kadar öğrenci bilirim ki, talebe birliğine girdiği için 7-8 senede mezun oldular" dedi. "Hocam, biraz önyargılı konuşmuyor musunuz" dedim. "Tesadüfen mezuniyeti geciken öğrenci olur ama bunun sebebi talebe birliği olamaz" dedim. "Ya, öyle mi, kim bilir sen kaç senelik talebesindir" dedi. "Hocam, dördüncü sınıfta okuyorum ve üçüncü sınıftan sadece iki dersim var, başka dersim de yok" deyince hemen Enver Bey'in numarasını çevirdi ve "Bana Yılmaz'ın ders durumunu hemen söyle" dedi. Enver Bey benim söylediğimin aynısını söyleyince bana döndü ve "Bugünden itibaren talebe birlikleri hakkındaki düşüncemi değiştiriyorum” dedi.    

 

Çeşitli devreler yaşadık ve geçti. Ama benim bugün övünçle söyleyeceğim bir şey vardır ki, talebe birlikleri; kapandığı güne kadar üniversitenin yanında müesseseleşmiş teşekküllerdi.



Attila Yalçın

“Ben Talebe Birliği değil, Yılmaz Işıkçı'dan deyim yerinde ise çok itibarlı bir holding devraldım”  

Attila Yalçın:

Ben Talebe Birliği değil, Yılmaz Işıkçı’dan deyim yerindeyse çok itibarlı bir holding devraldım.  Rektörümüz rahmetli  Mustafa İnan’ın bize büyük desteği ve sempatisi vardı.  O yılın İTÜ Gecesi’nde  eşi ile birlikte konukları karşılarken benim de yanında olmamı istemişti. Talebe Birliği Başkanı'nın ne gibi görevleri vardı: Türkiye Milli Talebe Federasyonu Yönetim Kurulu üyeliği otomatikman, Türkiye Milli Gençlik Teşkilatı Yönetim Kurulu Üyeliği otomatikman, İAESTE Yönetim Kurulu üyeliği otomatikman. Bunlara ek olarak iki üç günde bir konuşarak hemen hemen Türkiye'deki bütün illerde rahmetli Fazıl Küçük'le birlikte Kıbrıs mitingleri. Tabii bunun sonucunda bir sene kaybetme. Ama bundan dolayı hiçbir zaman pişman olmadım.


Bu kadar iş, hakikaten böyle amatörce götürülecek bir iş değil. Benim bir şansım vardı: Hem Mehmet Halazaoğlu hem Yılmaz Işıkçı, benim talebe birliği başkanlığım zamanında çok yakınımdalardı ve bana her zaman çok yardım ettiler. Bu, hakikaten büyük bir yüktü. Fakat üniversite ile ilişkilerimiz fevkalade iyi idi. O sıralarda her yıl ‘Arı Yıllığı’ çıkıyordu. Arı Yıllığı'nda rektörün fotoğrafının hemen arkasında Talebe Birliği Başkanı'nın fotoğrafı bulunuyordu. Ben bundan sıkıldım. Benim dönemimin yıllığında birinci sayfada Atatürk, ikinci sayfada rektör, sonra dekanlar, ondan sonraki sayfada da Talebe Birliği Başkanı ve Talebe Cemiyeti başkanlarının fotoğrafları olacak şekilde hazırlattım. Bundan dolayı da Talebe Birliği kongresinde çok eleştirildim "Sen nasıl dekanlardan sonraki sıraya girersin, üniversite Talebe Birliği Başkanı’nın rektörden sonra gelmesi gerekir" diye. Hakikaten bu, korkunç bir itibar göstergesiydi.


1954-55 ders yılı açıl ş töreninde İTÜ'yü ilk kez ziyaret eden Başbakan Adnan Menderes Metin Cizreli ile.

Görevim süresince Talebe Birliği'nin büyük itibarı sayesinde sadece Rektörümüz ve Dekanlarımızı değil, İstanbul Valisi ve Belediye Başkanını dahi randevusuz ziyaret edebiliyordum. Hatta Başbakan Adnan Menderes dahil, Bakanların tümünden hüsnü kabul görerek itibarlı bir şekilde karşılanırdık.

Gelelim son konuya: Öğrenci kuruluşları ne olmalı? Artık öğrenci teşekkülleri aynı şekilde kurulamaz ama şu örneği düşünelim; 30-40 yılını dolduran öğretim üyelerinin jübilesinde Talebe Birliği Başkanı'na rektör söz vermek zorunda mıydı? Hiç de değildi. Ama görüyorsunuz ki, o zamanki üniversite yöneticilerimiz öğrencilerini çok önemsiyordu.


Bugün gelin şunu kabul edelim. Bugün bizim üniversitemizde de diğer üniversitelerde de sadece ve sadece öğretim üyeleri var. Ben de bir öğretim görevlisi olarak bunu söylüyorum. Ne mezunların ne de öğrencilerin söz hakkı var. İlle de talebe birlikleri yeniden kurulmayabilir. Ama neden içlerinden temsilciler seçilip, bunlarla konuşulmaz. Böyle bir şeyin niyeti dahi yok. Demek ki, eski olaylardan gözleri çok korkmuş ama ben bunu eleştiriyorum ve yanlış olduğunu söylüyorum.


Ben 1957-58 döneminde başkandım. Öğrenciler arasındaki uyum 1968'li dedikleri dönemde bozuldu. Bizim zamanımızda hiçbir şekilde böyle acımasız karşıt politikalar yoktu.


7 Kasım 1953 tarihinde İstanbul Orduevi'nde yapılan merasimde Kore Tugayı’ndan getirilen toprağı Tugay Komutanı adına İstanbul temsil bürosu Müdürü Binbaşı Sadi Koçaş, Ankara'ya götürecek olan dönemin Teknik Üniversite Talebe Birliği Başkanı Metin Cizreli'ye verirken.

Yılmaz Işıkçı: Mehmet'in başkanlığı zamanındaydı. Mehmet konuşmasını yaptığı sırada İnönü salona girdi ve büyük tezahürat aldı. Çıkışta öğrenciler arabasını havaya kaldırdılar. Hemen polisler geldi, tabii Mehmet o sırada konuşmasını yaptığı için olayların içine giremedi. "Talebe Birliği Başkanı kim?" dediler. Ben, "O şimdi yok, ben genel sekreterim" dedim. "O halde sen gel, nedir bu sizin yaptığınız" dediler. Ben, "Bu gösteri yürüyüşleri kanununa aykırı değil. O, her şeyden önce Türkiye'nin Milli Şefidir, kitaplarımıza geçmiş bir insandır, sevgimizi, saygımızı kazanmıştır, bunu üniversitenin bahçesi içerisinde alkışlamak doğaldır, olay üniversite dışına çıkmadığı müddetçe de gösteri yürüyüşleri kanununa girmez" dedim. Ama ertesi gün Rektör İlhan Bey çağırdı. "Sizin bu yaptığınız nedir? Ben aşevinin kontenjanını arttırmaya çalışırken, bu kadar yatırım yapmaya uğraşırken, siz bindiğiniz dalı kesiyorsunuz. Bu olayı tekzip edeceksiniz" dedi. Biz de Mehmet'le baş başa verdik, tekzip etsek bir türlü, etmesek bir türlü. Sonunda şöyle bir şey yazdık; "İsmet İnönü'ye yapılan tezahürat üniversitemiz bahçesi içinde kalmıştır ve öğrencilerin İnönü'nün arabasını sokakta eller üzerinde götürdükleri yalandır, İnönü’ye karşı sevgi gösterisinde bulunulmuştur" diye yazdık ve olay bitti. 


Bakın benim Başkanlığım döneminde Talebe Birliği ne işler yapardı. Üç tane kantinin, yemekhanenin yönetimi, yaklaşık 100 kişilik bir bordrolu elemanın yönetimi, şebekeler dediğimiz o zamanki üniversite öğrencilerinin hüviyetlerinin dağıtımı, bütün öğrencilere staj yeri temini ve staj yerlerine gönderilmesi, öğrencilere yemek yardımı yapılması, İTÜ giriş sınavı kursları, çok sayıda sosyal etkinlikler, konserler vs.'ler.

Kemal Özelçi

“Teknik Üniversitede ilk talebe boykotu yaptıran kişiyim”    


Kemal Özelçi:

Benden sonra sekiz Talebe Birliği başkanı oldu. Benim Talebe Birliği başkanlığıma kadar geçen devrem çok enteresandır. Ben Fen Fakültesi’nde okurken talebe teşekkülleri ve cemiyetlerle ilgilenmeye başladım. Sonra Teknik Üniversite Makina Fakültesi’nde devamlı hareketli talebe cemiyetçisi olarak, cemiyetler kanununu çok iyi bilen bir mühendis adayı oldum. Talebe Birliği başkanlığım 1960 ihtilaline denk geldiği için enteresan şeyler oldu. Milli Birlik Komitesi sırasında, 114 sayılı kanun çıkmıştı. Bu kanun sırasında ilk resti çeken Talebe Birliği Başkanı oldum. Herkes bu tavrım nedeniyle "Yaşa var ol" derken 147'likler (115 sayılı kanun) dediler ki "Teknik Üniversite özerk diyorsunuz; bu, demokrasiye uymaz, eğer bir suçu varsa üniversite kendi kendisini tasfiye eder". Ve o gece de biz Türkiye Milli Talebe Federasyonu Kongresi için toplantı yapıyoruz. Orhan Kadıbay bana telefon etti ve "Yarın sen şapkanı havaya atacaksın" dedi. Benim de söylediğim tek söz oldu, "Ben şapkamı havaya atmam, göreceğiz, beğenirsem sizinle birlikteyim, beğenmezsem sizin karşınızdayım" dedim. O zaman Orhan Kadıbay'ın sözü "Unutma ki 27 Mayıs'tayız" oldu. Ben de ona "Sen de unutma ki 28 Nisan'dayız" dedim. Restleştik.

Yine o aralarda İAESTE kanalıyla yurtdışına gönderilecek öğrencilerin döviz problemi vardı. Milli Birlik Komitesi 1O'ar dolar olan dövizi vermiyordu. Talebelerin hiçbiri gidemiyor. Hazine Genel Müdürü'ne gittik. O arada nasıl olduysa benim sinirlerim bozuldu. "Siz Milli Birlik Komitesi eşlerine döviz veriyorsunuz da İstanbul Teknik Üniversitesi'ne nasıl vermiyorsunuz" dedim. O da bana "Bilmiyor musun ihtilal içindeyiz" dedi. Ben "Talebeler de ihtilal yapacak, bugün gidiyorum hemen talebeleri harekete geçireceğim" dedim. Bunu dedikten sonra uçakla İstanbul'a gitmek üzere yola çıktık. Daha havaalanındayken haber verdiler ki, İAESTE'de her talebe için 1O'ar dolar döviz çıkarılmış. Bizim o zaman gücümüz büyüktü. İstediğim zaman askeri uçaklardan yararlanarak Ankara'ya gidebiliyorduk.


Boykot süresince binlerce öğrencinin hiçbiri derslere girmedi. En sonunda mezun olurken, hocalar bana "Sen mezun oldun mu?" dediler. "Vallahi mezun oldum" deyince "İyi oldu, senden kurtulduk" diye sevindiler.

Ben, Türkiye'de Teknik Üniversite’de ilk talebe boykotu yaptıran kişiyim. Sebebi de şu: Rektöre gittik “Hocam bir araştırma yaptık, Makina Fakültesi’nin dördüncü ve beşinci sınıflarının 18-19 ayrı dersi var, 12 gün sınava giriyorlar. Bu 12 gün değil de hiç olmazsa üç hafta olsun” dedik. Bize “Tamam olur, bir dilekçe yazın” dediler. Birinci dilekçeyi yazdığımızda “Geciktiniz” dedi atlattı beni. İkinci dilekçeyi zamanında yazdığımdan Senato toplantısına girdim, dilekçeyi verdim. Beni dışarı çıkardılar ama kâğıtları işlem için birine verdiler. Toplantıdan sonra Nusret Kürkçüoğlu'nu buldum. "Hocam ne oldu" dedim. Bana, "Nakıs nakısla çarpılınca müspet olur, nakısla müspet çarpıştı nakıs çıktı" dedi. "Öyle mi, peki" dedim ve boykot hazırlıkları başladı, afişler hazırlandı. O arada beni üniversite yönetmeliğinin beşinci disiplin maddesine göre atmaya karar verdiler. Fakat bu arada rektör ve dekanlar toplanmış, "Atalım mı, atmayalım mı?" diyorlar. Ben yönetmeliği çok iyi biliyorum. Babam da hukukçu olduğu için köşesinden bana bulaşmış. Boykot sırasında birkaç teyp kaydı yapmışlar, dinletecekler ve suçüstü yapacaklar. Biz de dedik ki, "Biz Talebe Birliği olarak böyle bir şey yapmadık, talebeler çok üzüldüler, boykot yaptılar."

 

114, 115 sayılı kanun sırasında Belediye Sarayı'na İsmet İnönü gelmişti. Ben, Nurettin Sözen, Milli Türk Talebe Birliği Başkanı hepimiz sıralandık. Herkes sırayla İnönü'nün elini öpüyor. Ben de o arada İsmet İnönü'nün önüne gelince düşünüyorum "Ne yapayım? diye. Herkes öperken ben tuttum elini sıktım. Normal şartlarda elini öperdim. Ama o sırada öpmedim. Bana döndü "Sen kimsin" dedi, söyledim. "Kazım Özelçi'nin nesi oluyorsun" dedi, "Amcam" dedim. "Kimin oğlusun" dedi. "Mustafa Hulusi" dedim. "Haa, o bizim deli kaymakam mı?" dedi. O lafın üzerine ben de döndüm, "Deliliğini meliliğini bilmem ama o, Türkiye Cumhuriyeti’nin kaymakamıydı" dedim. O da bunun üzerine görevliyi hemen çağırıp "Bunun söylediklerini aynen yaz" dedi.


Mükerrem Taşçıoğlu: Günümüzde dinamik, ihmal edilemeyecek, inkâr edilemeyecek ve toplumda muhakkak surette ağırlığı olan genç kesimin, özellikle yükseköğretim gençliğinin eskiden olduğu gibi bir örgüt etrafında, buluşmasında, bunun şartların elverdiği nispette yapılmasında fayda görüyorum. Memleketin zaten içinde bunaldığı kaosun daha da artmasına değil, gençliğin, ideolojik saplantılara kapılmadan kendi hür iradesiyle formasyonlarının verdiği bilgilerin ışığında ama onu hayra çalıştırmak yönünde örgütlenmesine hiç kimsenin itirazının olmaması gerekir.


Burada anmadan geçemeyeceğim, bizi senelerce bir araya toparlayan, çalışan çabalayan, toplantılar düzenleyen Kadri Örencik arkadaşımız vardı. Kendi isteği ile çok uzun sürede üniversiteyi bitirdi çünkü zamanının büyük bölümünü bu işlere ayırırdı. Kadri Örencik'in adını anmadan bu toplantıyı kapatmak mümkün değil. Talebe kollarından başladı, cemiyetleri kurdu, sabahlara kadar çalıştı, bizler için çok uğraştı. Bu cemiyetleşme, dernekleşmede bu kadar çalışan bir arkadaş yoktur. Onun ismini başa koymak lazım. O bu işin sembolüdür.


 

68'de İTÜ Öğrenci Birliği     

  

Hasan Yalçın (H. Yalçın, bu buluşmaya katılamadığı için, görüşlerini yazılı olarak aktarmıştı): 68'in Türkiye çapındaki etki ve anlamı, 27 Mayıs sonrası yükselen demokrasi ve bağımsızlıkçı hareketiyle doğrudan ilgilidir. İTÜ, adını daha 1960'ların ilk yarısında öne çıkarmıştı. ‘Milli Petrol ve Milli Maden’ kampanyalarının afişlerinin altında İTÜ Talebe Birliği'nin (1968'den sonra Öğrenci Birliği) imzası vardı. Dönemin önde gelen fikir adamları ve yazarları belki ilk defa bizim Gümüşsuyu Konferans Salonumuzda gençliğe seslenme olanağı buldular. İTÜ gençliği 1966- 67'ye gelindiğinde artık Türkiye'nin bütün önemli sorunlarında fikir sahibiydi, aynı zamanda söz sahibi olmak istiyordu.

        

Peki 68'in ve öğrenci örgütlerinin üniversite içi demokrasi açısından anlamı ve rolü neydi?

 

Bütün o dönem boyunca, Talebe Birliğimiz hep öğrenci ile uygun adım yürüdü. Zengin ve özgür bir fikir ortamı oluşturdu, kitleyle birleşti, öğrencinin benimsemediği hiçbir hareketi dayatmadı. Öğrenci kitlesine her konuda, her eylem hakkında bilgi verilirdi.


Şimdi inanılmaz gibi görünecek, İTÜ Talebe Birliği'nin, kitlesel toplantılarla öğrencinin tartışmasına sunduğu konular arasında, hangi müzik türünün daha iyi olduğu veya kız erkek arkadaşlığı da vardı.


Dönemin Talebe Birliği Başkanı Hasan Yalçın (sağda), İTÜ’deki bir törende Rektör Prof. Dr. Bedri Karafakıoğlu’na çiçek verirken. Fotoğraf: https://www.turkishnews.com/tr/content/2022/10/23/karafakioglu...

Az değil, otuz sene geçmiş; bu, bize hem soğukkanlı değerlendirmeler için gerekli zaman mesafesini sağlıyor hem de belli bir deneyimi içeriyor. Bu yazının amacı, anıları bizi hâlâ mutlu eden bir altın çağın hülyasına dalmak veya okuyucuyu kendi hüznümüze ortak etmek değildir. Geçmiş; bir deneyimler laboratuvarıdır, ders çıkarmamız için yaşanmıştır. Bu duygularla ve bu güvenle söyleyebiliriz: O zaman ortaya koyduğumuz üniversite reform programları bugün de geçerlidir. Türkiye, iktidarlar ve üniversite yönetimleri öğrenciye kulak tıkadığı için daha sonraki sorunlarla karşılaştı ve bugün devasa sorunlarla boğuşuyor. Tabii buradaki ‘kulak tıkama’ deyimi yapılabilecek eleştirilerin en hafifidir. O demokratik üniversite ortamı resmen ve planlı olarak yıkıldı. Öğrenci, bırakalım yönetime ortak olmayı, üniversitemizin güvenilmez misafiri oldu. Gençler, ancak polisle zapturapt altında tutulabilecek tehlikeli adam yığını olarak görüldü.


O zamanın kitlesel tartışma toplantılarının adı ‘forum’du. Üniversitede neredeyse her hafta forumlar olurdu. Bu toplantılarda sağcı solcu ayırımı yapılmaksızın herkese söz hakkı tanınır, kimse fikrini şiddet yoluyla kabul ettirmeye kalkışamaz, bunu aklından bile geçiremezdi.

En azından şu sorular geçerli değil mi: Nerede bizim talebe birliğimiz şimdi? Ne oldu İTÜ'nün o güzelim demokratik dünyasına? Üç beş sene sonra devlet aygıtını yönetmesi söz konusu insanların örgütlenmesini hangi el ve hangi amaçla yasaklıyor? Üniversite, kendi asli unsuru olan gençleri nasıl olur da bu kadar yönetimin dışında tutar? 


Bu soruların yanıtını elbette biliyoruz ama derdimiz soru yanıtlamak değil. Gençliği örgütsüzlüğe mahkûm edilmiş bir Türkiye gittikçe daha büyük sorunların esiri haline geliyor. İddia ile söylüyoruz: 68'in ileri sürdüğü talepler bugün yerine getirilsin, üniversitelerde ne polis karakoluna gerek olur ne de acısını çektiğimiz yetişmiş insan gücü erozyonu yaşanır. 


 

İTÜ Talebe Birliği'nin, tüzüğü ve çalışmaları 


İTÜ Talebe Birliği asıl çekirdeği, Yüksek Mühendis Okulu Talebe Cemiyeti, temeli de 16.5.1947'de kurulan ve öğrencilerin üye olarak girdikleri ‘Cemiyet’tir. 1949 yılında teşekkül eden fakültelerin talebe cemiyetleri bir araya gelerek bir ‘Birlik’ kurulmuş, 1950 yılında İTÜ fakülteler talebe cemiyetlerinin katılımı ile ‘İstanbul Teknik Üniversitesi Talebe Birliği’ adı ile tüm İTÜ öğrencilerini temsil eden kurum yaşama geçirilmiştir.


Talebe Birliğinin Sona Erişi: Cemiyetler kanununa göre kurulan birlik, 1972 yılında Dernekler Kanunu değişikliği nedeniyle hukuken varlığını korur gözükse de fiilen gücünü yitirdi. 1981 yılında yürürlüğe giren YÖK yasasını takiben kurulan YÖK' ün tüm üniversitelerde öğrencilere getirdiği örgütlenme kısıtlamaları sonunda, hukuken ve fiilen yok oldu. İTÜ Talebe Birliği kuruluşundan 1970'li yıllara kadar geçen yirmi yıldan fazla bir sürede gerek üniversite yönetimi gerekse mahalli idare ve kamu yönetimleri ile tüm öğrencilerin hak, menfaat ilişkilerinden sorumlu birim olarak unutulmaz hizmetler yapmıştır.  

 

İTÜ Talebe Birliği’nin, 1957-1958 ders yılı açılışına özel çıkardığı yayın.

İTÜ Talebe Birliği Başkanları


1947 Kadri Örencik  

1947 - 48 Talha Ermiş  

1948 - 49 Mükerrem Taşçıoğlu  

1949 - 50 Galip Baloğlu  

1950 - 51 İdris Yamantürk  

1951 - 52 Hulusi Çetinoğlu  

1952 - 53 Feridun Önen  

1953 - 54 Metin Cizreli  

1954 - 55 Hikmet Karabay  

1955 - 56 Yılmaz Tabanlı  

1956 - 57 Mehmet Halazaoğlu  

1957 - 58 Yılmaz Işıkçı   

1958 - 59 Attila Yalçın  

1959 - 60 Esen Onat   

1960 - 61 Tuğrul Erkin  

1961 - 62 Kemal Özelçi  

1962 - 63 İlker Durak  

1963 - 64 Hüseyin Avni Sağesen  

1964 - 65 Uygut C. Beyaz  

1965 - 66 Baykan Kalaba 

1967 - 68 Hasan Yalçın  

1968 - 69 Harun Karadeniz  

1969 - 70 Tarık Alnaç  

1970 - 71 Gökalp Eren


Hatice Yazıcı Şahinli

İTÜ Vakfı Dergisi, 1998, Sayı: 26, S: 42-56.


38 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page