Dünyadaki her bir yaşam sisteminin, yaşam sürecinin sürekliliğini sağlayacak kabiliyetini gittikçe büyük bir ivmeyle yitirdiği ve bunun üzerine artık herhangi ciddi bir bilimsel itirazın olmadığı bilinmektedir. Olağanüstü bir durumun eşiğinde olduğumuz açıktır. Bu makale, yapım sektörünün önemli girdilerinden biri olan yapı malzemesi ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusundaki mevcut yaklaşımları ve geleceğe yönelik önerileri kapsamaktadır…
Endüstri Devrimi modern kapitalist sistemi yaratmış ve insanoğlunun malzeme geliştirme olanaklarını büyütmüştür. Ancak, bilindiği gibi 18. yüzyılın ortalarından itibaren doğa, tarihte hiç olmadığı kadar tahrip edilmektedir. Bunun sebeplerinden bazıları insanoğlunun, -doğadan farklı olarak- her zaman türünü ve yaşama koşullarını geliştirmek ve devamlılığı için üretmiyor oluşu, gereğinden fazla üretmesi ve ürettiklerinin giderek artan bir kısmıyla ve üretme yöntemiyle/kullandığı tekniklerle doğaya geri dönülmez zararlar vermesi sayılabilir.
Bunun sonucunda endüstri sistemleri üst düzeyde başarılar kazanıp, insan yapımı sermaye geniş çapta birikim sağlarken medeniyetin ekonomik refah sağlamak için kendisine bağımlı olduğu doğal sermaye hızla tükenmektedir. Kayıtlar, dünyamızın zengin doğal kaynaklarının üçte birinin, temiz su ekosisteminin yılda %6 oranında, deniz ekosisteminin ise yılda % 4 oranında yok olduğunu ortaya koymaktadır. Dünyadaki her bir yaşam sisteminin, yaşam sürecinin sürekliliğini sağlayacak kabiliyetini gittikçe büyük bir ivmeyle yitirdiği ve bunun üzerine artık herhangi ciddi bir bilimsel itirazın olmadığı bilinmektedir. Olağanüstü bir durumun eşiğinde olduğumuz açıktır. Bu makale, yapım sektörünün önemli girdilerinden biri olan yapı malzemesi ve sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusundaki mevcut yaklaşımları ve geleceğe yönelik önerileri kapsamaktadır.
Dünyada ve Türkiye’de gerçekleşen sürdürülebilir kalkınma hedefleri:
1992’de ‘Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Dünya Zirvesi’, 1987 tarihli ‘Brundtland Raporu’na sadık kalarak sürdürülebilir kalkınmanın gerçekleşmesi için dört ana başlık altında topladığı bir yol haritası belirledi: Gündem 21 (Agenda 21)- Sürdürülebilir kalıpların gelecek yüzyılda daha fazla elde edilmesini sağlayan kapsamlı bir eylem planı; İklim Değişikliği Konvansiyonu-Sera gazı salımını sınırlandırarak, global ısınma riskini azaltacak ülkeler arası çerçeve bir eylem planı anlaşması; Biyolojik Çeşitlilik Konvansiyonu-Biyolojik çeşitlilik ve türlerin çeşitliliğinin nasıl korunacağı üzerine bir ülkeler arası anlaşma; Bir İlkeler Bildirimi-Tüm dünya ormanlarının idaresi, korunması ve sürdürülebilir kalkınması girişimi. (1). Türkiye’nin Mayıs 1994’te onayladığı, İklim Değişikliği Çerçeve Konvansiyonu’nun (UNFCC- The United Nations Framework Convention on Climate Change) amacı, iklim değişikliği ile ilgili meselelerin ortak olarak yönetilmesi olup, sera gazlarının (GHG) iklim değişikliğine sebep olmayacak şekilde kararlı bir düzeyde tutulmasıdır. Zira, insan kaynaklı etkinliklerin neden olduğu küresel ısınma, endüstri öncesi zamana nazaran 0,8-1,2 °C aralığında artmıştır. Bu artışın 2030 ve 2052 yılları arasında 1,5 °C olması beklenmektedir.
“Enerji etkin bina üzerine yapılan yatırımların 2021’de %16 oranında artması bir başarı olarak kabul edilse dahi sektörün toplam enerji tüketimi ve CO2 emisyonlarının 2021'de, pandemi öncesi seviyelerin üzerine çıktığı tespit edilmiştir.”
Bu soruna çözüm bulmak amacıyla 1997 yılında imzalanan ‘Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Sözleşmesi’ (Kyoto Protokolü) ve ardından yapılan 2015 (COP-21-Conference of the Parties) Paris Anlaşması bu açıdan önemlidir. Kasım 2016’da yürürlüğe giren bu anlaşmanın hedefi; küresel ısınmayı, endüstri devrimi öncesi döneme nazaran 1,5 °C ya da en çok 2 °C düzeyinde tutabilmeyi sağlamaktır. Bu bağlamda, endüstrileşmiş ülkelerin karbon salımına neden olan endüstri faaliyetlerini sürdürdüğü, hatta bu faaliyetlerini gelişmekte olan ülkelere kaydırarak ‘Karbon Piyasası’ adı altında CO2 (karbondioksit) salımına karşılık gelen ödeme gerçekleştirdikleri bilinmektedir.
Halihazırda, pek çok ülke karbon salımlarını %25 azaltarak sıfır-karbon ya da karbon-nötr üzerine çözüm üretmeye çalışırken 2030 yılıyla sektörlerden, küresel salımın %70’ine karşılık gelecek sıfır karbon salımı çözümleri beklenmektedir. Öte yandan Kasım 2022’de Mısır’da gerçekleştirilen COP 27’de ülkeler yine, küresel ısınmayı sanayi öncesi seviyelere kıyasla 1,5 C altında tutmaya paralel olarak karbon emisyonlarını azaltma taahhütlerini teyit etmişler ancak bu defa ilk kez iklim değişikliğini sadece hafifletmek değil, aynı zamanda ona uyum sağlamak gerektiğini de vurgulamışlardır. Bağlı olarak ‘orantısız iklim etkileri’ne karşı savunmasız olan daha az varlıklı ülkeleri desteklemek için bir ‘Kayıp ve Zarar’ fonu oluşturulması üzerinde anlaşmışlardır. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in de vurguladığı, ‘Kayıp ve Hasar’ için fon şartının getirilmesi dünyayı yüzyılın sonuna kadar 2,5 C’lik bir artış yoluna sokabilecek mevcut ulusal taahhütlerin şu anda yeterli olmadığını göstermektedir. Nitekim, BM Çevre Programı kapsamında hazırlanan ve COP27’de yayımlanan ‘Binalar ve İnşaat İçin 2022 Küresel Durum Raporu’na göre (2) Mimarlık-Mühendislik ve Yapım (AEC) sektörünün mevcut gidişatı ile 2050 yılına kadar karbondan arındırma yolu arasındaki mesafenin her zamankinden daha büyük olduğu vurgulanmıştır. Enerji etkin bina üzerine yapılan yatırımların 2021’de %16 oranında artması bir başarı olarak kabul edilse dahi sektörün toplam enerji tüketimi ve CO2 emisyonlarının 2021’de, pandemi öncesi seviyelerin üzerine çıktığı tespit edilmiştir. Ayrıca, binaların enerji talebi, 2020’den beri son 10 yıldaki en büyük artışla yaklaşık %4 artarak 135 EJ’ye (Exajoule) ulaşmıştır. Binaların işletilmesinden kaynaklanan CO2 emisyonları ise 2020’ye göre yaklaşık %5 ve 2019’daki bir önceki zirveye göre %2 artışla tüm zamanların en yüksek seviyesi olan 10 Gt CO2’ye ulaşmıştır. Aynı rapor, bina ve yapım sektörünün 2020 yılında küresel enerji gereksinmesinin %36’ısını ve enerji kaynaklı CO2 salımlarının %37’sini oluşturduğunu bildirmiştir. Yeşil bina sertifikalarının gelişmekte olmasına rağmen hâlâ yenilenebilir enerjiye dayalı bina yapımının yeterli seviyede olmadığı ve ülkelerin %26’sında zorunlu ve kapsamlı bina enerji yönetmeliği bulunmadığı bildirilmiştir.
Türkiye’de sera gazı salımları
Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne (UNFCCC) Ek I tarafı olan Türkiye, sera gazı (GHG) envanterlerini yıllık olarak raporlamaktadır. 1990-2020 dönemi için ulusal sera gazı emisyonu/tahliye tahminlerini içeren Ulusal Envanter Raporu (NIR) (3), Enerji, Endüstriyel Süreçler ve Ürün Kullanımı (IPPU), tarım ve atık sektör kategorilerden doğrudan atılan sera gazı salımları ile (CO2 CH4 N2O HFC’ler, PFC’ler, SF6 NF3) ile doğrudan olmayan sera gazı salımlarını (ozon tabakasını incelten gazlar: NOX ,CO, NMVOC, SO2 ve NH3) kapsamaktadır. CO2 eşdeğeri olarak sera gazı salımı 2020 yılı için toplam 523,9 Mt.dir. Genel olarak 2020’de enerji sektörü, toplam emisyonlardan %70,2 ile en büyük paya sahip olmuş, enerji sektörünü %14 ile tarım, %12,7 ile endüstriyel süreçler ve ürün kullanımı (ESÜK) ve %3,1 ile atık sektörleri izlemiştir. ESÜK kapsamında 2020 yılında çimento, kireç, demir/çelik ve diğer kireç kullanan endüstri faaliyetleri ile ozon tabakasını incelten maddelere alternatif olan PFC ve HFC kullanan ürünlerden çıkan CO2 salımları özellikle kilit önem taşımaktadır. Özellikle çimento üretiminin payı %8.7, demir-çelik üretiminin payı %2,2’dir. CO2 eşdeğeri olarak konutların sera gazı emisyonlarının payı diğer sektörler toplamı içinde 2019 yılında % 63,1 iken kurumsal ve ticari yapıların payı % 21.2 olmuştur.
“Yeşil bina sertifikalarının gelişmekte olmasına rağmen hâlâ yenilenebilir enerjiye dayalı bina yapımının yeterli seviyede olmadığı ve ülkelerin %26’sında zorunlu ve kapsamlı bina enerji yönetmeliği bulunmadığı bildirilmiştir.”
Türkiye’de toplam enerji tüketiminin % 40’ının sanayi, %32’sinin konut, %20’sinin de ulaşım tarafından gerçekleştirildiği göz önünde bulundurulduğunda, verimlilik kaynaklı çalışmaların öncelikle konut ve sanayi sektörlerinde başlatılması önem taşır (4). Pek çok yapı malzemesi enerji yoğun ve mineral kaynaklı üretim süreçleriyle üretilmektedir ve malzemenin ömrü, binanın yıkımına kadar sürdüğü için çevre etki değeri hem malzeme üretim sürecinde hem de uygulandığı binanın ömrü boyunca devam etmektedir. Dolayısıyla yapı malzemesi sektörünün mevcut enerjinin daha verimli kullanılmasını sağlayacak en önemli sektörlerin başında geldiği anlaşılabilir. Türkiye’nin ilk enerji verimliliği eylem planı olan ‘Ulusal Enerji Verimliliği Eylem Planı’ (2017-2023) 02.01.2018 tarihinde yürürlüğe girmiştir. 6 farklı sektörde bulunan 55 adet eylemin hayata geçirilmesi ile 2023 yılına kadar 10,9 milyar ABD Doları yatırım ile kümülatif olarak 23,9 milyon ton eşdeğer petrol (MTEP) enerji tasarrufu sağlaması beklenmektedir. Bu da 2023 yılında Türkiye’nin birincil enerji tüketiminde %14 oranında bir azalmaya denk gelmektedir. 2033 yılına kadar sağlanması beklenen tasarruf karşılığı ise 30,2 milyar dolardır (5).
Ozon Tabakasının İncelmesi - Montreal Protokolü
1987 yılında imzalanan Montreal Protokolü (6), ozon tabakasını incelten en önemli maddelerden olan kloroflorokarbon (CFC), halon ve daha düşük düzeyde zarar veren hidrokloroflorakarbonları (HCFC) süreç içerisinde kullanım dışı bırakma üzerine yapılmış bir anlaşmadır.
Hidroflorokarbonlar (HFC’ler) ve perflorokarbonlar (PFC’ler) gibi diğer halokarbon alternatiflerinin ozon tabakasını inceltme potansiyeli yoktur ancak küresel ısınmaya katkıda bulunurlar ve bu nedenle yönetim ve kontrol gerektirirler. Ozon tabakasını incelten maddelerin başlıca kullanım alanları yapım sektöründe de bulunur. Bunlar buzdolapları ve klimalar (7), yangın söndürücüleri, köpük malzemeler (XPS; PU gibi), aerosol itici gazlar ve toprağın, yapıların ve ithal veya ihraç edilecek mallardaki zararlılarının yok edilmesinde kullanılan gazlı böcek ilaçları (metil bromür) olarak sıralanabilir. Şişirilmiş polimer esaslı köpük malzeme üretimi bu maddeler içinde dünya çapında ikinci en büyük tüketim sektörüdür (8). ‘Milletler Çok Taraflı Fon’un (Multilateral Fund), yardımıyla gelişmekte olan ülkeler, HCFC Aşamalı Yönetim Planları (HPMP’ler) (Phase out Management Plans) aracılığıyla önce yüksek ozon inceltme potansiyeline sahip maddelerin (ODS) aşamalı olarak kaldırılmasına öncelik vermeye teşvik edilmektedir.
HCFC olmayan şişirme maddelerine geçiş, uygun politikaların, lisanslama ve kota sistemlerinin ve önceden karıştırılmış polyollerin ithalat kontrollerinin geliştirilmesinin yanı sıra endüstri tarafından alternatif teknolojinin benimsenmesini gerektirir. Birleşmiş Milletler’e bağlı ‘OzonAction’ şu anda, Montreal Protokolü kapsamındaki 147 gelişmekte olan ülke tarafının ozon görevlileri, 15 ikili ajans ortağı ve 8 ek katılımcı ülke/gözlemciden oluşan on bölgesel ağın tamamını işletmektedir. Ülke üyelerine ek olarak, Çok Taraflı Fon Sekreterliği, Ozon Sekreterliği ve Uygulayıcı Ajanslar, uluslararası uzmanların ve kaynak kişilerin yanı sıra düzenli olarak ağ toplantılarına katılırlar. Türkiye, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı nezdinde yer alan ozon görevlileri, Avrupa ve Orta Asya Bölgesel Ağı içinde diğer 11 ülkeyle birlikte yer almaktadır.
Birleşmiş Milletler Sınai Kalkınma Örgütü (UNIDO) ve İklim Değişikliği Başkanlığı işbirliğinde 20 yılı aşkın süredir her yıl düzenlenen Ozon Paneli’nin 22.si, ‘HFC kullanımına ilişkin aşamalı azaltma takvimi ve alternatiflere geçiş’ konusuyla 29 Aralık 2022 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. Toplantı, hidroflorokarbonların aşamalı olarak azaltılmasına yönelik planın başlangıcına dayanmaktadır. Toplantıda ülkemizin, Montreal Protokolü ve 2016’daki Kigali değişikliği ile florlu sera gazlarının üretim ve tüketimini kademeli olarak azaltma taahhüdünde bulunarak ozon tabakasını korumaya devam ederken tüm taraflar gibi iklim değişikliği ile mücadeleye katkısını da Montreal Protokolü ve Paris Anlaşması doğrultusunda arttırmaya devam ettiği bildirilmiştir (9).
Yapı Malzemesi ile İlgili Küresel Durum Raporu:
‘Binalar ve İnşaat İçin 2022 Küresel Durum Raporu’ özellikle yapı malzemesi konusuna odaklanarak yapı malzemesi ile ilgili çevre etkisini azaltma yönünde bazı değerlendirmelerde bulunmuştur: Bina ve altyapısının kullanım ömrü tamamlandığında ‘al-yap-at’ şeklinde süren günümüz malzeme üretim pratiğinden ötürü, hammadde tüketimi ve beraberinde getirdiği karbon salımı, biyo-çeşitlilik kaybı, su sıkıntısı gibi çevre etkilerinin daha da şiddetlenerek 2060 yılında yaklaşık iki kat artabileceği; üretim ve işletme süreci de dahil toplam enerji-karbon yükü içinde, malzemenin enerji ve karbon içeriği (embodied energy-embodied carbon) payının %9 olduğu; küresel ölçekte, yapım, yenileme ve yıkım kaynaklı atığın 100 milyar ton olduğu ve bunun %35 kadarının doğada atık oluşturduğu; binanın yaşam döngüsü sistemi içinde geri dönüşümü de kapsamayan etkin malzeme üretim ve tüketim stratejisinin uygulanması halinde 2050 yılında konutlardaki sera gazı salımlarının %80-100 oranında azaltılabileceği bildirilmiştir. Yapı malzemelerinin ve binaların toplam karbon salımını azaltmak yönünde benimsenen ‘Engelle’ stratejisi döngüsel üretim ve tüketim kalıplarını dikkate alan yaklaşımla daha az, daha düşük karbonlu malzemeyle daha uzun ömürlü, kaliteli bina tasarımını önermektedir. Demonte tasarım, sökülüp takılabilir bileşen/eleman üretimi, modüler yapı (inşaat sürecindeki dijitalleşme ile birlikte bu tür prefabrike ve modüler yapımın malzeme israfını %23-100 oranında azalttığı bildirilmektedir), mevcut ve yeni binaların bakımlarının yapılarak kullanım süreçlerinin uzatılması; bina ömrünün tamamlanmasından sonraki süreçte oluşabilecek atık yönetiminin dikkate alınması, nakliye kaynaklı enerji-karbon etkisinin yerel malzeme kullanımı ile azaltılması bu kapsamda değerlendirilebilir. ‘Dönüştür’ stratejisi, yeni yapı malzemelerinin geliştirilmesinde polimer, beton, çelik gibi yüksek enerji ve karbon içeriğine sahip geleneksel malzemelerin salımlarının azaltılmasını önerirken ‘iyileştir’ stratejisi, mevcut bileşenlerin yeniden iyileştirilerek kullanılmasını; yaklaşık yarısını karbon oluşturan yerel bitkisel kaynaklardan ve diğer yenilenebilir tarım, ormancılık ve deniz ürünlerinden elde edilen düşük karbon salan kompozit yapıda ve biyolojik kökenli alternatif malzemelerin pazar payının geliştirilmesini önermektedir. Bu üç stratejiye iklim değişikliğinin getirdiği etkilere dayanabilecek esnek, uyum sağlayan mimari tasarım stratejilerinin de eklendiği görülmektedir. Yapı malzemeleri ve sistemleri için tedarik zincirlerinin karmaşıklığı nedeniyle veri yönetimi ve görselleştirme araçları, birden fazla paydaşın karar alma sürecine dahil edilmesinde ve gerçek zamanlı olarak karar vermeyi desteklemek için ‘bir bakışta’ senaryolar sunulmasında kritik öneme sahiptir. ‘Çevresel Ürün Beyanları’ doğrulanabilir yaşam döngüsü değerlendirmesine dayalı raporlama mekanizmaları sağlasa da hâlâ veri kalitesindeki, yöntemlerdeki, işlevsel eşdeğerliklerdeki ve ürün kategorisi kurallarındaki değişkenlikleri nedeniyle satın alma kararlarının alınmasında engel oluşturmaktadır. Küresel şehirlerin, küresel sera gazı emisyonlarını azaltma yönünde yapılması önerilen çalışmalar içinde kentsel alanları net karbon yayıcılardan sera gazı emisyonlarını emen karbon yutaklarına dönüştürmek, ilk sırayı almaktadır. Isıtma, soğutma ve havalandırma gereksinimlerinden kaynaklanan enerji tasarrufu; hava ve su kalitesinde iyileştirmeler, yağmur suyunun altyapısını azaltma gibi faktörlerin değerlendirilmesi önerilmektedir. Böylece insan sağlığı refahının sağlanması olanaklı olabilecektir.
Raporda, endüstrideki eğilimler ve yapı malzemelerinin küresel düzeyde karbondan arındırılmasının önündeki engeller sekiz alt başlık altında özetlenmektedir. Raporda (a) yapı malzemelerinin küresel ölçekte karbon salımlarından arındırılması için yapı malzemelerinin karbon içeriği etiketlemesine yönelik bir uluslararası standartlar komitesinin kurulması; (b) kullanımı nispeten kolay simülasyon araçlarının sektördeki birden çok paydaşa, malzeme seçimlerinde sera gazı değerlendirmelerini uygulama ve izleme fırsatı sağlayabileceği; (c) enerji ve su tüketimi gibi kullanım tarafı ölçümlerine erişimin ortaya çıkmasıyla birlikte oluşabilecek performansa dayalı bina yönetmeliklerinin, küresel şirketlerden gayriresmi inşaat sahiplerine kadar bir dizi paydaşla bağlantı kurma şansının daha yüksek olabileceği; (d) karbondan arındırma için politik hedeflerin, malzemelerin satın alınmasıyla resmi olarak bağlantılı olması gerekliliği ve OECD ülkelerinde kamu ihalelerinin malzeme harcamalarının, gayrisafi milli hasılanın %13 ve hatta gelişmekte olan ülkelerde daha da yüksek olması nedenleriyle (sürdürülebilir kalkınma hedefi 12,7) kamu projelerinin planlaması aşamasında, satın alınan malzemelerin yaşam döngüsü değerlendirmeleri için ek bütçelerin ayrılabileceği; (e) yapı malzemesi üreticilerinin inşaat, yenileme ve yıkım atıklarının geri kazanılması ve işlenmesi için araştırma, geliştirme ve ekipman için daha fazla yatırım yapmalarının gerekliliği; (f) tedarik zincirlerinin geliştirilmesi ve toprak bazlı, ormancılık ve tarımsal yan ürünlerden ürünlerin üretilmesi yoluyla inşaat, ormancılık ve tarım sektörleri arasında koordinasyon sağlanması ve bu yolla orman ya da tahıl yangınlaryla ortaya çıkan CO2 emisyonlarını azaltabileceği; (g) geleneksel malzeme üretim ve yöntemlerinin düşük karbonlu alternatiflerle değiştirilmesi gibi yaklaşımları arttırmak için teşvikler ve/veya uygulanabilir bina yönetmelikleri, yanı sıra önemli araştırma ve geliştirme yatırımlarına gereksinme olduğu; (h) malzeme üretiminin gerçek süreçlerinde karbonsuzlaştırma sertifikası verecek daha ciddi yönetmeliklerin gerektiği açıklanmaktadır.
“Pek çok yapı malzemesi enerji yoğun ve mineral kaynaklı üretim süreçleriyle üretilmektedir ve malzemenin ömrü, binanın yıkımına kadar sürdüğü için çevre etki değeri hem malzeme üretim sürecinde hem de uygulandığı binanın ömrü boyunca devam etmektedir.”
Avrupa Yeşil Mutabakatı ve Gelecek
Avrupa Komisyonu tarafından yayımlanan Avrupa Yeşil Mutabakatı (12) çerçevesinde, Avrupa kıtasının 2030’a kadar sera gazı emisyonlarını %55 azaltma, 2050 yılına kadar ise iklimi nötr hale getirmeyi hedeflemektedir ve bu da yeni ve sürdürülebilir bir dönüşümün temellerini oluşturmaktadır. Mutabakat özellikle enerji, ulaşım ve binalardan kaynaklı emisyonların azaltılmasına odaklanarak, birçok sektörün birlikte çalışmasına ve ortak amaç ve hedefler doğrultusunda hareket etmesine yardımcı olacak bir süreç ortaya koymaktadır. Enerji sektörü karbonsuzlaşmaya yönelik çalışmalara devam ederken binalardaki verimlilik ve sürdürülebilirlik uygulamaları artış göstermektedir. Türkiye’nin Paris Anlaşması’nı onaylaması ve 2053 yılına kadar karbon emisyonlarında net sıfır taahhüdünü vermesi ile birlikte, 2050 iklim değişikliği stratejisi ve 2030 eylem planı hazırlıkları da başlamıştır. Ancak net sıfır emisyon senaryosu ile inşaat sektörünün düzene girmesi için hızlı bir değişime ihtiyaç vardır. Önümüzdeki on yıl, özellikle tüm yeni binalar ve mevcut bina stokunun %20’sinin 2030’da sıfır karbona hazır olması için gerekli önlemlerin uygulanması açısından çok önemlidir (13). Binalar nihai enerjinin üçte birini ve küresel elektriğin yarısının tüketiminden sorumlu olduğundan ekonomide en büyük ölçüde enerji tüketen sektörü temsil etmektedir. Nüfus artışı ve ekonomik gelişmeler ve yapı sektöründeki enerji kullanımının hızla artması, kaynakların verimli kullanılması konusundaki baskıyı arttırmaktadır. Yapı sektöründeki değişimler diğer sektörler için de olumlu faydalar sağlayacaktır. Değişimlere, binaların sürdürülebilirlik kriterleri doğrultusunda tasarlanması, uygulanması ve işletilmesi ile başlanması en büyük ve önemli adımlardan biridir. Enerji ve su verimliliğinin sağlanması ile birlikte, sağlıklı ve konforlu alanların oluşturulması ve kaynakların korunması için malzeme ve ürünlerin seçimi en önemli kriterler arasında yer almaktadır.
“Yapı malzemelerinin ve binaların toplam karbon salımını azaltmak yцnьnde benimsenen ‘Engelle’ stratejisi döngüsel üretim ve tüketim kalıplarını dikkate alan yaklaşımla daha az, daha düşük karbonlu malzemeyle daha uzun ömürlü, kaliteli bina tasarımını önermektedir.”
Ülkemizde son 13 yılda yapı sektöründe sürdürülebilirlik çalışmaları ile ilgili önemli adımlar atılmış ve büyük gelişmeler kaydedilmiştir. 2023 yılına kadar Türkiye’de toplamda 600’e yakın yeni ve mevcut binalar ‘Amerika Yeşil Binalar Konseyi’ tarafından oluşturulan (USGBC) LEED (Leadership in Energy and Environmental Design) ve İngiliz Araştırma Enstitüsü (BRE) tarafından oluşturulan BREEAM (Building Research Establishment Environmental Assessment Method) uluslararası yaygın olarak kullanılan yeşil bina değerlendirme sistemleri doğrultusunda tasarlanmış, inşa edilmiş ve yönetilmektedir. Yeşil bina değerlendirme sistemlerinde enerji ve su verimliliği kriterlerine öncelik verilse de yapı malzemeleri ve ürünlerin seçimi gün geçtikçe önemli hale gelmiştir. Özellikle binalarda çevresel etkisi düşük, tehlikeli ve zehirli içeriğe sahip olmayan, düşük içerilmiş enerjiye (hammaddenin çıkarımı, işlenmesi, imalatı, nakliyesi ve montajı sürecine kadar tüketilen enerji) sahip malzemelerin tercih edilmesi ve malzemelerin etkin kullanılması önceliklendirilen konular arasında yer almaktadır. Yeşil bina değerlendirme sistemlerinde, insanların sürekli olarak bulundukları ortamlarda kullanılan boyalar ve kaplamalar, yapıştırıcılar, döşemeler, duvar kaplamaları ve yalıtım malzemelerinden kaynaklı kimyasal kirleticilerin hava kalitesine, insan sağlığına ve çevreye olan olumsuz etkilerinin azaltılması için malzemelerin emisyon limitlerini aşmamaları ve belirli EN ve/veya ISO standartları doğrultusunda test edilmesi gerekmektedir.
Yapı malzemelerinin temininde sürdürülebilir satın alma politikası oluşturulup sürdürülebilir tedarik zincirine önem vererek, yerli kaynakların kullanılmasının desteklenmesi ve ulaşımdan kaynaklı (kara, hava, deniz) çevresel etkilerin azaltılması için bölge içinde çıkarılan ve üretilen yapı malzemelerinin ve çevresel, sosyal ve ekonomik olarak yaşam döngüsü etkisi açısından tercih edilebilir malzeme ve ürünlerinin kullanımının teşvik edilmesi amaçlanmaktadır. Özellikle geri dönüştürülmüş içeriği yüksek malzemelerin ve yerinde yeniden malzemelerin kullanılması ve malzemelerin sorumlu kaynaklardan seçilmesi kaynak verimliliğinin sağlanmasında önemli kriterler arasında yer almaktadır. Ancak Türkiye’deki birçok yapı ürünleri üreticileri, sürdürülebilir binalar için gerekli olan bu verileri temin etme ve bunları paylaşma konusunda bazı zorluklarla karşı karşıya gelmektedir. Üreticiler, yerel mevzuat dışında, yeşil bina değerlendirme sistemlerindeki gereklilikleri yerine getirmekte zorlanmaktadır ve bu durum, çalışmaların maliyetli olması ve ellerinde yeterince verinin bulunmamasından kaynaklanmaktadır. Üreticiler, ürün ve malzemelerine ait sadece öz beyanda bulunarak, bunların geçerli kılınmasını istemektedirler ancak üçüncü taraf onayı mevcut olmayan herhangi bir beyanın geçerli olmaması sürdürülebilirlik kriterlerinin çok kolay sağlanamayacağını da vurgulamaktadır.
“Isıtma, soğutma ve havalandırma gereksinimlerinden kaynaklanan enerji tasarrufu; hava ve su kalitesinde iyileştirmeler, yağmur suyunun altyapısını azaltma gibi faktörlerin değerlendirilmesi önerilmektedir. Böylece insan sağlığı refahının sağlanması olanaklı olabilecektir.”
LEED ve BREEAM gibi uluslararası yeşil bina değerlendirme sistemlerinde malzemelere ait bazı etiketler ve sertifikalar talep edilmektedir. Bunlar, malzemelerin kimyasal iзeriğinin, kabul edilmiş yöntemler doğrultusunda belirlenip, tehlikeli madde oranın azaltıldığını onaylayan üçüncü taraf onaylı sertifikalardır. Ancak bu sertifikalara sahip ürünler ülkemizde çok nadir olarak bulunmaktadır. Dolayısıyla bu kriterleri sağlamak için malzemeler yurtdışından tedarik edilerek ekonomik ve çevresel etkiler artmaktadır. Günümüzde sürdürülebilir ve yeşil bina standartları doğrultusunda değerlendirilerek sertifikalandırılmış binalara olan ilginin artması, üreticilerin kendi yapı malzemelerinin bu projelerde yer alması için gerekli belgeleri temin etme konusunda çalışmalarını arttırmaktadır. Oluşan rekabet ortamı ile birlikte EPD (Environmental Product Declaration-Çevre Ürün Beyanı), FSC (Forest Stewardship Council) gibi belgelere, uçucu organik bileşik oranını gösteren test raporları ve bu doğrultuda alınmış sertifikalara sahip ürünlerin sayısı gittikçe artmaktadır.
Sürdürülebilir yapı malzemelerinin temininde; yerel üreticilerin karşılaştığı zorlukların meydana gelmemesi, yeşil bina sertifikasına sahip binalara olan ilginin artması ve bu sistemlerde bulunan malzemelere ait etiketler ve sertifikaların ülkemizden sağlanmasında YeS-TR’nin (Ulusal Yeşil Sertifika Sistemi) katkılarının olacağı açıktır. Öte yandan, ‘Binalar ve İnşaat İçin 2022 Küresel Durum Raporu’nun özellikle karbondan arındırma yönünde belirlediği hedeflere göre ülkemizin sürdürülebilir yapı malzemesi üretimi, seçimi ve mimari tasarımda kullanımını destekleyen politikaları uygulaması kaçınılmaz görünmektedir.
KAYNAKLAR:
1. Tanaçan, Leyla. ‘Ekolojik Yapı Tasarımı, Malzeme Teknoloji ve Çevre Sempozyumu.’ TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi. İstanbul (2009).
3. National Inventory Report for submission under the United Nations Framework Convention on Climate Change 1990-2020.pdf: https://enerji.gov.tr/evced-cevre-ve-iklim-ulusal-sera-gazi-emisyon-envanteri
4. Türkiye İnşaat Malzemeleri Sektör Görünüm Raporu (2011). Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB).
5. Türkiye Enerji Verimliliği Derneği (ENVER) https://www.enver.org.tr/enerji-verimliligi/?b=mvz
10. Binalar ile Yerleşmeler İçin Yeşil Sertifika Yönetmeliği. 2017. Erişim: 25.12.2022, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2017/12/20171223-3.htm
11. Binalar ile Yerleşmeler İçin Yeşil Sertifika Yönetmeliği. 2022. Erişim: 25.12.2022, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2022/06/20220612-1.htm
13. IEA-Uluslararası Enerji Ajansı: https://www.iea.org.
Prof. Dr. Leyla Tanaçan
İTÜ Mimarlık Fakültesi
Katya Kaya
TURKECO İnşaat ve Enerji
Y. Mimar Ezgi Yıldırım
İTÜ Mimarlık Fakültesi